Yolun Hakkını Vermek

Osman Bayraktar, uzun yolculukların adamı. 1987 yılında, ‘’Yedi İklim’’ dergisini kuranlar arasında. Hâlâ yolunu ve safını değiştirmedi. Kolay değil, çeyrek asır aynı yolda yürümek. Münzevî, dervişâne bir hayat yaşıyor.

Mütevazi bir giriş yapıyor kitaba: ‘’Yolda olmayı hep sevdim. Öyle çok özel, iyi tasarlanmış gezilere çıkmayı pek başaramadım ama ne zaman önüme seyahat için bir fırsat çıksa, buna hiç hayır demedim’’

Kitap üç bölümden oluşuyor; ilki, “Yol Hakkı” Yazar, kadim olanı unutmadan günümüze sesleniyor. Gezdiği şehirlerle samimi bir ünsiyet kuruyor. Şehrin arka sokaklarını gözler önüne seriyor; çünkü bu güne ait hayat orada yaşanıyor. Finlandiya’yı gezerken, gece saat 23:00’den sonra akşam kızıllığı çöküyor havaya, 00:00’da da karanlık iniyor. Saat 02:00’de aydınlık başlıyor yeniden. “Vaktinde gelen ve vaktinde giden aydınlığın ve karanlığın büyük bir nimet olduğunu idrak ediyorum’’ diyor ve ekliyor bir derviş edâsıyla: “Tek başınalık insanı yoruyor. Paylaşılmayan duygular, izlenimler taşınmaz bir yük hâline dönüşüyorlar.’’

Malezya, Singapur, ardından İspanya’ya geçiyor. İspanya; nâm-ı diğer Endülüs. İsmini duyduğumda içimi yakan şehirler: Kurtuba ve Gırnata… Kurtuba Ulucami de, Ayasofya gibi; gönlüme bir hüzün bırakıyor. İki İslâm şiârı da müze hâlinde. Yazar, nasıl içinin yandığını şu satırlarla ifade ediyor: ’Sekiz yüzyıllık bir uygarlığı temsil eden bu yapıyı bir müze gibi gezmek insanın içini kanatıyor. Fetih bir emek, bir lûtuf ve bir ihsândır. Ancak lûtfun korunması da ayrıca bir emek, bir duyarlılık gerektiriyor; kuşaklar boyu. Mihrabın karşısında mermer zemin üzerinde diz çöküyorum. Evet, sadece diz çöküyorum. Görevliler yetişiyor hemen. Eğer yorulduysam kilisenin oturaklarında dinlenebileceğim konusunda uyarıyorlar. Bilmiyorlar ki ben bir zaman yorgunuyum. Ve benim dinlenmem sandalyede oturmakla değil ancak yere kapanmakla mümkün’’ 

Bilge İslâm şairi Muhammed İkbâl, 1914 yılında Kurtuba Ulucami’ni ziyaret etmiş ve kendisine burada secdeye kapanma ayrıcalığı tanımışlar.

Kitap sadece yolculuk gözlemlerini değil, ayrıca bir şiir ziyafeti de sunuyor bize. Şair Ebû’l Bekâ Salih b. Şerif’in yazdığı; Üstad Sezai Karakoç’un Türkçe söylettiği ‘’Endülüs Kasidesi’’, Osman Sarı’dan ‘’Önden Giden Atlılar’’ Muhammed İkbâl, Mehmet Âkif ve niceleri… Elhamra Sarayı’nın duvarlarına kazınan evrensel ilke: ‘’Ve Allah’tan başka gâlip yoktur.’’

Ata yurdumuz Kazakistan, ne kadar uzakmış! Uçakla, beş buçuk saat. Bilmek yetmiyor; hissetmek için yaşamak gerekiyor. Atalarımızdan “Namaz okumak’’ı öğreniyoruz. Avusturya, Viyana ile iki kez karşılaştı ecdadımız. İki kuşatma… Bizim nehrimiz, Tuna. Toplam uzunluğu 2779 km, 350 kilometresi Avusturya topraklarından geçiyor. İngiltere’yi gezerken, Sezai Karakoç’un ‘’Masal’’ şiiri yârenlik yapıyor. Ve bir soru: “Batı bir gün Müslüman olabilir mi?’’ cevap yine kitabın içerisinde: ‘’Evet, biz değişmeden, kendimizi, ruhumuzu değiştirmeden Batı’ya varabildiğimiz gün Batı değişmiş olacaktır.” Yunanistan ardından Bulgaristan’dan, Edirne silüeti. Makedonya’da elbette Üsküp…

Kitabın ikinci bölümü: “Yol Çağırdığında”. Mekke’de yapılan modern katliamları, eskiye ait yapıların ortadan kaldırılıp, yerlerine apartmanlar/oteller dikilmesini ibretle okuyup bir âh çekeceğiz. Kâbe, insanlığın ilk kıblesi; en eski mâbet. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in insanlığa armağanı. Zemzem, Hz. Hacer annemizin, ve İsmail aleyhisselamın unutulmaz hatırası… Medine, ilk büyük öğretmen Mus’ab bin Umeyr’in (r.a.) otağı. Göz bebeği Ensar’ın yurdu. Medine denilince ilk akla gelen, Uhud olur. Okçular Tepesi… İnsanın içine bir hüzün düşer. Ve Peygamber Mescidi, göğe yükselen minareleri, heybetli duruşları, yeşil kubbe ise hüznümüzü ikiye katlar. Bir de Ashab-ı Suffe, ilk irşat halkası.

Üçüncü bölümde ise yazar “Anne ve Babam İçin” üst başlığı ile ebeveyninin hacca gidiş hikâyesi anlatılıyor. Evet, bir edebiyatçıdan, Hacc’ı okumak ayrı bir tat verir insana. Usta öykücü Ali Haydar Haksal Ağabey, “Edebiyat duadır” demiş. Ve yolcunun duâsının kabul edileceği bize gelen kadim haberler arasında…

“Yol Hakkı” da bir yolcu edâsıyla, duâ makamında okunmayı, kütüphanemizde yer almayı hak eden bir kitap, vesselâm…

Yorum bırakın